9 Kasım 2013 Cumartesi

Aşkın Gözyaşları/Tebrizli Şems - Sinan Yağmur

                                                         
                                                               Arka Kapak

Yedinci ve en tesirli bıçak darbesi ensesine gelir boynu sağa doğru bükülmüştür. Dervişler yere kapanmasını bekleye dursun. Şems Hz. Peygamberin şu hadisini sesi boğuk mırıldanır: “Allah’a kavuşmayı isteyeni Allah da sever” Dervişlerden birisi sırtına tekmeyi vurur. Yüzüstü taş zemine kapanır, dudağı patlamış, dişleri zemine dökülmüştür Siyah feracesi kanlar içinde bordoya dönmüştür. Saçlarından tutarak kafasını kaldıran dervişin niyeti Şemsin başını gövdesinden ayırmaktır
Baş derviş engeller. Bırakın son nefesini versin. Sonra da en yakın bir kuyuya atın. Kıyafetine sarıp atın.
Avluyu yıkayın. Sabah ile yola çıkarız. Şems hala son nefesini vermemiştir Sille taşının üzerindeki başını hafifçe göğe kaldırır ve: “Allah ne güzel sevgilidir. Rabbim sana aşığım. Ve bu canı sana hediye ediyorum.” Mevlana içeri girer, mendili koklar eli titreyerek açar. İçinden saman kağıda yazılmış bir not çıkar: “Yemin ederim ki ölümümün gözlerinin önünde olmasını isterdim. Gör ki aşk için
ölmek ne demekmiş.” Mevlana olduğu yere düşüp bayılmıştır.Geceden sonra doğan ve kalplerin çöllerini cennetlere çeviren bir gözyaşı bu. Çoraklaşmış ve çöle dönmüş kalpler; açın sadrınızı! Aşkın gözyaşları, serin serin, sağanak sağanak, üzerimize damlıyor; bakın gökyüzüne, nasılda aşk yağıyor…

Ölmek üzere olan birisinin son nefesine kadar kendini Allah’a teslim etmiş olmasından herkes etkileniyor. Özellikle “Allah ne güzel sevgilidir. Rabbim sana aşığım. Ve bu canı sana hediye ediyorum.” cümlesi bu durumu özetler nitelikte…
Karakterler:
Hz. Mevlana

Doğumu; 30 Eylül 1207 Belh, Afganistan 

Ölümü; 17 Aralık 1273 (66 yaşında) Konya, Anadolu Selçuklu Devleti

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur. 
Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.

Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı.

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.


Tebrizli Şems:
Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Şems-i Tebrizi künyesinden de anlaşılacağı üzere, günümüzde İran'ın Doğu Azerbaycan Eyaleti’nin yönetim merkezi olan Tebrizşehrinde m. 1185 yılında  Melik Dad oğlu Ali adında bir zatın oğludur ve Şemseddin yani dinin güneşi lâkabıyla anılmıştır.
Daha küçük yaşlarda, mânevî ilimleri tahsilde gösterdiği kabiliyetle dikkat çeken Şems, din ilimleri tahsilden sonra, genç yaşlarında Tebrizli Ebubekir Sellaf'a mürid olmuş, ününü duyduğu bütün meşhur şeyhlerden feyz almaya çalışmış ve bu sebeple diyar diyar dolaşmıştır. Bu gezginliğinden dolayı kendisine "Şemseddin Perende" (uçan Şemseddin) denilmiş, ayrıca Tebriz’de tarikat pîrleri ve hakikat arifleri ona "Kâmil-i Tebrizî" adını vermişlerdi.
Kitap Notlarım:
-Şems ki Mevlana’yı Mevlana yapandır. Şems ile karşılaşıncaya kadar Mevlana bir alimdidir. Konya’nın sevgilisi, olgun ve makul başmüderrisi. Aklın ve onun çocuğunun olan, bilimin dairesi içinde dolaşan mantıklı bir İslam âliminden bir cezbe çıkaran Şems’tir.
-Yalnızlık aşkın vekâletidir. Ölüm aşkın kefaretidir.
 Her aşk baş götürür. Bu kez baş veren Şems olmuştur.
-Her şey insanoğluna feda iken, insanoğlu kendisine cefa olmuştur.
-Sen teninle hayvan ruhunla meleksin
 Bunun için hem toprağa hem feleğe gidersin.
-Gençliğin dört umdesi vardı. Vatan kokusu, kitap kokusu, oğul kokusu ve yârin kokusu. Benimse gençliğimse vatansız, evlatsız, ve yârsız. Tek umdem, yegâne uhdem, içimdeki aşk avucuna teslim edeceğim şeyh.
-Hoca bir gün elinde elma tutarak bir talebeye dedi ki: “Allah’ı gördüm ve O’ndan elma istedim, bana verdi. Bayezid (Bestami) Allah’ı Allah’tan istedi. Sen kimi isterdin?” talebe dedi ki; “Ben de Allah’tan Allah’ı isterdim. Bayezid’ hürmeten.”
-Şems Mevlana ile ilk karşılaştığında;
-Söyle bana içlerinden hangisi daha büyüktür; ermiş Bayezid-i Bistami mi yoksa Hz. Muhammed mi?
-Nasıl soru bu? Hiç şüphesi yok ki Hz. Muhammed.
-Peki Hz. Muhammed daha büyükse nede “Seni bilmem gerektiği gibi bilemedim” dedi de Bayezid “Zeten benimdir. İtibarım ne büyüktür. Çünkü sadece Hak’la doluyum” dedi.
-Hz. Muhammed hâlâ Allah’ı arıyordu ve bildikleri durmak için ona yeterli gelmiyordu. Bayezid ise Allah’ı içinde kaybolmuştu. O vardığını sandı; ama varmak diye bir şey yoktu.
-Şeytanın sana secde etmemesinin sebebi seninle bu sırrı geçmek istemesiydi… Günah burada işlendi Şeytan sınırı ihlal etti… İnsanla birlikte, meleklerin kaldığı yerden, daha ileriye gitmek, yeniden huzura kavuşmak istedi… Belki insana bu yüzden secde etmedi… İhtiraslı bir çılgın gibi… İnsanı kıskandığı için… Allah’a en yakın olabilmek için… Ama şeytan bilemedi aşksızlığından Allah’a kavuşamayacağını , insanı bundandır çekememesi yani aşktan mahrum kalmanın ezikliği şeytanın kaprisidir.
-Bir gün Mevlana’ya felsefe ile meşgul olan bir grup insan geldi. İmani konularda soruları vardı. Mevlana, bu felsefecileri Şems-i Tebrizi’ye gönderdi. Felsefeciler Şems’e geldiklerinde, O, talebelerine, bir kerpiç üzerine nasıl teyemmüm edileceğini gösteriyordu. Gelenlerden biri, en çok takıldıkları üç soruyu, peş peşe sıralayıverdi: 1- Allah var dersiniz, ama görünmez, gösteremezsiniz; gösterin de inanalım! 2- Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonrada Cehennem’de ateşle ceza verilecek, dersiniz. Ateşten yaratılmış şeytana, ateş acı verebilir mi? 3- Ahirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının karşılığını görecek, diyorsunuz. Rahat bırakın şu insanları istediklerini yapsınlar… Sorular biter bitmez Şems, elindeki kerpici, soruları soran felsefecinin kafasına vurdu. Felsefeci hemen kadıya gitti ve Şems’ten şikayetçi oldu. “Ben soru sordum, O bana kerpiçle vurdu!” dedi. Şems-i Tebrizi de kendini savundu: “O bana sordu, ben de cevabını verdim.” Kadı bu işi açıklamasını isteyince de şu açıklamayı yaptı: “Efendim, bu adam, ‘Bana Allah-u Teala’yı göster.’ dedi. Ben de elimdeki kerpici başına vurarak sorusunu açıkladım. Şimdi başının ağrıdığını söylüyor. Bana başının ağrısını gösterebilir mi?” Adam şaşırdı ve, “Ağrı gösterilir mi? Ancak hissedilir!” dedi. Şems de : “İşte, nasıl varolan ağrı gösterilmezse, Allah’da vardır, ama göze gösterilemez demek istedim!” Şems savunmasına şöyle devam etti: “Bu adamın ikinci sorusu, ateşten yaratılmış olan şeytanın ateşle nasıl cezalandırılacağı idi.Ben bunu açıklamak içinde başına topraktan yapılmış bir kerpiçle vurdum. Başı acıdı, ağrıdı. Oysa ki kerpicinde kendisi gibi asıl maddesi topraktır. Nasıl toprak toprağa acı veriyorsa, ateş de ateşten yaratılmış şeytana azap verecektir. Üçüncü sorusu da ‘Bırakın insanları, isteyen istediğini yapsın; niçin ahirette yapılanların karşılığı verilecek, diye korkutuyorsunuz?’ şeklindeydi. Ben de ona canımın istediğini yaptım. Ama bundan hoşlanmadı ve beni size şikayet etti.” Felsefeciler bu açıklamalar karşısında ne söyleyeceklerini bilemediler ve çok mahcup oldular.
-Ölüm ve aşk. İç içe iki kelime. Allah’a yolculuk için işte sır burada. Kalbin içinde ve Nur’u Muhammed ile.
-Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım. Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah tüm günahları bağışlayacaktır. (Zümre, 53)
-Dinin saf ve katıksız bir su gibi kalması için daima, helal rızık iste. Haram rızık peşinde koşanın kalbi, teni içinde tamamıyla ölüme mahkumdur.
-Belaların nerden geldiğini bilmemek, belaların en büyüğüdür.
-Kalp kalemi yazmasaydı kelimeler ağzında dekor olarak kalırdı. İçi boş kelimeleri yalnızlık doldururdu.
-Aşkın sarhoş etti beni, ellerimi çırpmaya koyuldum. Sarhoşum, kendimden geçmişim. Ne bilirim ne yaptığımı. Korktum, üzüm oldum şimdi. Artık kendimi ekşi yüzlü gösteremem ki. Halk, “Böyle olmamak gerek” diyor. Böyle değilim ben de, beni, o böyle yaptı.
-Çöp atlayamazdım zahittim, dağ gibi ayağımı diremiştim. Fakat hangi dağ var ki, seni tanısın, onu saman çöpü gibi kapıp gitmesin. Seni övmek gerçekten de adamın kendisini övmesidir. Çünkü güneşi öven kendini övüyor demektir.
-Allah (c.c.), Cebrail Aleyhissalam’a “Ya Cebrail! Seni bir ademoğlu olarak yaratsam bana ne şekilde ibadet ederdin?”diye sordu.
“Ya Rabbi! Sen her şeyi bilirsin, olmuş olanı, olacak olanı ve olması muhtemel olanı. Cennetlerdeki ve dünyadaki hiçbir şey Senden gizli saklı değildir. Benim Sana nasıl ibadet edeceğimi de bilirsin.” Allah “Bilirim ya Cebrail, kullarım bilmezler. Anlat ki dinleyip öğrensinler!” buyurdu.
Cebrail Aleyhissalam: “Ey Allah’ım bir ademoğlu olsaydım Sana üç şekilde ibadet ederim. İlk olarak susuzları sulardım. İkinci olarak ayıp şeyleri işleyenleri ayıpları setrelerdim. Üçüncü olarak da fakirlere yardım ederdim.” Dedi. Bunun üzerine Allah(c.c.) da, “Bunları yapacağını bildiğimden Ben seni buyruklarımın hamili kılıp peygamberlerime gönderdim” dedi.
-Şeytan bir zamanlar melekti, hatta meleklerin hocası idi. Adı Haris’ti. Haris, çok hırslı demektir. Allah’a ibadet etmekte çok hırslıydı. Kainatta secde etmedik yer, hatta nokta bırakmamıştı. Fakat Allah Hz. Adem’i yaratınca şeytan yaptığı ibadetlerin kendisine özel bir hak tanıdığı düşündü. Kibirlendi, bu yüzden Allah ona Adem’e secde etmesini söyleyince şeytan kabul etmedi. Geçmişteki ibadetlerinden kaynaklanan kibri Allah rahmetinden uzaklaştırılmasına ve cehenneme gitmesini söyleyince şeytan, O’na binlerce sene ibadet ettiğini ve mühlet istediğini söyledi. Allah ona kıyamet gününe kadar mühlet verdi. Şeytan da bu zamana kadar bütün insanları kandırıp saptırmaya adayacağını söyledi. “Önlerinde, arkalarında, sağlarında ve sollarında olacağım” dedi.
Allah buna izin verdi; fakat şöyle buyurdu: “Senin bütün takipçilerini cehenneme atacağım ve Ben de kullarıma altlarından ve üstlerinden tecelli edeceğim.

On kötü haslet yüzünden kalpleriniz ölmüş. “Allah, kalpleri ölmüş olanların duasını kabul etmez.” Bu on kötü haslet şunlardır: 
1.Allah’ı tanıdığınızı iddia ediyor; fakat ona olan borcunuzu vermiyorsunuz. Bu borcu, fakir ve muhtaçlara ihsanda bulunarak ödeyin. 
2.Kur’an-ı Kerim’i okuyorsunuz fakat hüküm ve kurallarından haberiniz yok. Okuduklarınızı uygulayın. 
3.Şeytanın düşmanınız olduğunu iddia ediyor: fakat ona itaat ediyorsunuz. Onun tekliflerini geri çevirin. 
4.Kendinizi Ümmeti Muhammed’den sayıyor; fakat sünneti seniyeyi uygulamaya çalışmıyorsunuz. 
5.Cennete girmek istediğinizi söylüyor; fakat ona girmek için gerekli amellerin hiçbirini işlemiyorsunuz. 
6.Ateşten mahfuz olmak istiyor; fakat günahlarınızı ve kötü amellerinizle kendinizi mütemadiyen ona sürüklüyorsunuz. 
7.Ölümün herkese geldiğini biliyor; fakat ona hiçbir hazırlıkta bulunmuyorsunuz. 8.Bütün din kardeşlerinizin kusurlarını görüyor; fakat kendi kusurlarınızı görmüyorsunuz. 
9.Allah’tan gelen bütün nimetleri şükretmeden yiyor ve kullanıyor; fakat ona olan minnettarlığınızı size verdiği nimetlerden muhtaçlara tasadduk ederek göstermiyorsunuz. 
10.Ölülerinizi, aynı sonun sizin de başınıza geleceğini bile bile, ibret almadan gömüyorsunuz.

Kitap hakkında düşüncelerim:
Beni benden alan, bende kaybolduğum bir kitaptı. Ey Şems'im sen maşuğunu bulmuşsun ne güzel eylemişsin. Bir de herkes seni tanısa ne güzel olurdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sevgili canlar, lütfen yorumlarınızı esirgemeyiniz. :) Hepiniz benim için değerlisiniz. Sizleri çok seviyorum. :)